Ana içeriğe atla

Park Günlükleri

Yahya Hamurcu

‘’Anneee, park!’’

Kırmızı spor ayakkabılarını kapmış, hızla koşarak öğrendiği iki kelime ile annesinin kucağına atladı Zeynep.

Artık küçük Zeynep yürümeye başladığı için, havalar da ısınmışken, Elif’in park mesaisi başlamıştı. Zeynep, Elif’in ilk çocuğu olduğu için parklarda yeni yeni boy göstermeye başlamışlardı. Evdeki işleri hallettikten hemen sonra, parka doğru yol aldı anne kız.

Caddenin hemen karşısına geçtiklerinde park, büyük bir merdiven ile karşılıyordu onları. Elif kızının öğrenebilme marifetini onun elinden almamak için çaba gösteren bir anneydi. Kızı daha yeni yürümeyi öğrendiği için ciddi bir kaza olmaması adına kızının arkasına geçerdi. Kızının önünden yürümesini teşvik ederdi ki merdiven çıkabilmeyi öğrensin. Hal böyle olunca, 5 dakikada değil de 10 dakikada parka varıyorlardı. Ama Zeynep'in kaslarının gelişmesi ve kendi başına bir şeyleri başarabilmesi için bu 5 dakikalık gecikmeye kesinlikle değerdi.

Parka ulaştıklarında bir kaç tane anne ve çocuk gördüler. 

‘’Çocuğum, düşersin dur!’’ 

‘’Bir dakika sen bekle, ben geleyim!’’ diye bağıran annelerin sesleri birbirine karışıyordu.

Elif dışarıda kimseyi göremeyince oyun alanlarının içine doğru eğilip baktığında görebildi anneleri. Tüm anneler çocuklarının düşmemesi için ‘’güvenli’’ hale getirmeye çalıştıkları oyun alanının içindeydi. Aslında parkın koşulları yeterince güvenliydi. Çocukların yaşları da kendileri için tehlike oluşturabilecek şeyleri anlamaya başladıkları yaşlardı.

Çocuklar birbirleriyle oynamak yerine, anneleri ile oynamayı tercih ediyorlardı. Bu durum, mesleği gereği insanların davranışlarının altında yatan sebepleri anlamaya çalışan Elif'in dikkatini çekmişti.

Elif Zeynep'i diğer çocuklarla oynamaya teşvik ediyordu ama çocuklar pek yanaşmadığı için, Zeynep kendi halinde oynamaya başlamıştı. Parkı inceliyor, arada bir tek başına kaykaydan kayıyor ve kendisiyle oynamayan çocuklara bakarak onların yanlarından geçiyordu.

Elif de kenara geçip bir yandan çocuğunu gözlemlerken bir yandan düşüncelere dalmıştı. Yanında termosta getirdiği kahvesinden bir yudum aldı. 

O esnada bir çığlık duyuldu: ‘’Anne beni kurtar, anneee!’’

Elif bu kadar çığlıkla bağıran bir çocuk duyunca tedirgin olup hemen parkın içine doğru tekrar baktı. Çığlık atan çocuk sadece önündeki oyun alanındaki bir demire tırmanmaya çalışıyordu. Sanki salıncak çarpmış gibi bağırması sadece bu yüzdendi. Annesi yanından sadece 2 dakikalığına ayrıldığı için, onun tekrar gelip istediğini yapması için bağırıyordu. Annesi hemen bir hışımla koşup çocuğunu o çıkmak istediği demire çıkardı. Çocuk ayağını bile kıpırdatmadan önündeki demire çıkmış oldu.

Kadın, Elif’in tedirgin biçimde çocuğunun yanına geldiğini görünce,

‘’Ay sizin çocuk yaşına göre ne kadar becerikli böyle! Bizimkini görüyor musun ufacık bir demir için bile nasıl çığlıklar atıp beni çağırıyor!?’’

Elif sadece tebessüm etmişti kadına. Gerçekten onun kızı neden yapabileceği şeylerle ilgili yaygara koparmayı tercih etmiyordu? Her beceri doğuştan mı gelirdi? Yoksa bir çocuğu becerikli hale getiren şeyler mi vardı? Acaba çocuklarımızın, yaşlarına göre yapabilecekleri şeyleri, onların yerine yapmamız mı onları düşünemez veya beceremez bir hale getiriyordu? Üstelik kendilerinden değil de hep başkalarından bekler hale geliyorlardı.

Çocuklar yetişkinler gibi etkisel değil tepkisellerdi. Onların aktarımları yetişkinlere göre daha abartılı kalırdı. Aslında yardım istedikleri pek çok zaman o konu onların üstesinden gelebileceği bir şey olurdu. Ebeveynlerini ölçmeyi severdi çocuklar. Elif de bunu bildiği için her yardım çığlığının gerçekte yardım ihtiyacını ifade etmediğinin farkındaydı. Çocuğunun biraz zorlanmasına fırsat vermek gerekirken insan ‘’kurtarıcı’’ olmayı seçiyordu. Böylece ilerleyen zamanlarda çocuğundan şu cümleleri duyma ihtimalini arttırıyordu:

‘’Anne, mezun oldum bana iş bulun!’’

‘’Baba, kurtar beni yine geçen seferki gibi borca girdim!’’

‘’Anne, kurtarın beni şu otobüslerden. Araba istiyorum!’’

Elif'in içi acıdı. Çocuğunu her çığırdığında kurtaran ebeveyn, çocuğunun yaşam ve ilişki becerilerini elinden söküp ne kadar da kalitesiz bir hayata hazırlıyordu. Keşke bilseler diye mırıldandı... Keşke bilseler...

&

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yorumlar

  1. Çocuklarımız adına herşeyi yapıp ona iyilik yaptığımızı sanıyoruz😔 yetiştirenlerden oluruz inşallah 💐

    YanıtlaSil
  2. Park günlükleri gerçekten yazmakla bitmez, bazı anneler şikayet ederken, bazısı durumun vehametinin farkında bile değil; kendi aşırı korumacı tavrını doğru seninkini yanlış bulabiliyor... Her annenin deneyimlediği ders çıkarılacak bir yazı olmuş, ellerinize sağlık...

    YanıtlaSil
  3. İnsan sevdiklerini koruyabileceğini sevdiklerini kurtarabileceğini zannediyor.
    Ellerinize sağlık çok güzel bir yazı.

    YanıtlaSil
  4. Emeklerinize sağlık, gerçekleri anlatıyor diğer yazılarınız gibi...

    YanıtlaSil
  5. İyi bir ebeveyn, yetiştiren olmak duasıyla... kaleminize sağlık🌿

    YanıtlaSil
  6. Kaleminize sağlık ne kadar basit görünen ama hayatımızı etkileyen hareketlerimiz var...

    YanıtlaSil
  7. Seminerleriniz sayesinde doğru zannettiğim pek çok yanlışı farkettim. Bazı şeyleri yaşayarak acı acı anlıyor insan. Acılar yaşamadan, bilgi ile öğrenenlerden olmak dileğiyle :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Nedir?

İnsan başarı lı olmak ister bu hayatta ve mutlu... Bir karar verdim artık… Ama ya yanlış bir kararsa? Ya reddettiğim seçenek benim için daha hayırlıysa? İçim içimi yiyiyor… Keşke anlamanın bir yolu olsaydı. İnsan nasıl emin olur verdiği kararın doğruluğundan? Kalbine sormalı... Peki, ya kalbim yanılıyorsa? Belki başka insanlara danışmalı... Peki, ya insanlar beni üzmemek için gerçeği değil de nefisimin hoşuna gidecek şeyi tavsiye ediyorsa? Belki de kıyas yapmalı; gelen teklif mevcuttan daha iyiyse değerlendirmeli... Ya daha iyi diye gördüğüm seçenek bir fırsat değil de hayatımın hatasıysa? Keşke anlamanın bir yolu olsaydı... İnsan nasıl emin olur verdiği kararın doğruluğundan? İnsanlar nasıl bu kadar kolay iş değiştirebiliyorlar? Ve nasıl emin olabiliyorlar? Eminlik için bir referans gerekmez mi oysa? Peki, onların referansı ne? İnsanlar nasıl bu kadar kolay istifa edebiliyor? Ya olumsuzluklarına rağmen orada kalması gitmesinden daha hayırlıysa? İnsan nasıl karar veriyor yurt dışın

Kim Kimdir Semineri

Dünya üzerinde yaşayan her canlı birbirinden farklı özellikler taşır. Bitkiler, hayvanlar değişik özellikleri ve yapıları vardır. Çiçekler , meyvesi yediğimiz, yemediğimiz değişik ağaçlar tükenmez çeşitlilik. Her birinin verdiği lezzet, fayda benzersizdir.

Sakınmak

Yaklaşmamak... Sakınmak; Belki biraz korumak, “Gözü gibi sakınmak...” derler ya hani, Çok iyi muhafaza etmek niyetimizi, samimiyetimizi, hedefimizi, Onlara zararı olabilecek her şeyden uzak durabilmek… Sakınmak; Belki biraz da saklanmak. Çok göz önünde bulunmamak. Herkese her şeyimizi anlatmak, göstermek değil de, İyiliklerimizi, yaşantımızı, güzelliklerimizi saklamak… Sakınmak; Belki biraz da sınırlandırmak. Her şeyi yemek değil de, iyi ve temiz yemek… Her şeyi konuşmak değil de, doğru şeyi doğru zamanda ve doğru miktarda konuşmak… Sakınmak; Belki de son hatayı yapmamaya çalışmak değil de, o ilk adımı hiç atmamak, yaklaşmamak, merak etmemek. Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; İnsanın merakı neredeyse algısı ve konsantrasyonu oradadır. Meyve yememek değil de, ağaca hiç yaklaşmamak, algıdan çıkarmak. Aldatmamak değil de, o kişiye ikinci kere bakmamak.  Adını, işini, yaşını merak etmemek. Kötülük yapmamak değil de, düşüncesini bile aklımızdan geçirmemek. Dolandırmamak değil de, yalanın