Nesrin, çocukluğundan bu yana her gece günlük yazmaya vakit ayırırdı. Kimi zaman birkaç satır, kimi zaman uzun uzun yazardı. Kimi zaman not tutar gibi, kimi zaman içini dökerdi. İçini döktüğü gecelerden biriydi. Yorgun ama ümitle yazıyordu:
"Yürüyüş yapmak, yürürken etrafı izlemek, oldum olası hoşuma gidiyor. Her seferinde de farklı yerlerde yürürüm. Bugün etrafında bir yürüyüş parkuru ve parkur kenarlarında yemyeşil ağaçlar ve çiçekler olan bir parka geldim. Çiçekler, ısınan havayı görünce, her yerden fışkırmışlar resmen. Yürüyüşü bitirirken bir tane pembe çiçeği koparıp eve götürmeye karar verdim. Çiçeklerin bazılarının üzerinde arılar geziniyordu, dikkatlice bir tanesini kopardım ve inceleyerek eve dönüş yoluna geçtim.
Arılar da ağzının tadını biliyor diye düşündüm, öyle güzel kokuyor ki...
Hem kokusu, hem parlak pembe rengiyle yeşilliklerin arasında ben burdayım diyor. Öylece duruyor, toprağa ayaklarından bağlanmış. Ama arılar tepesinde dört dönüyor.
Bu kadar arıyı senin etrafında toplayan şey ne?
Eve geldim, çiçeği küçük bir çay bardağına koyup mutfak tezgahına bıraktım. Geçerken aynaya gözüm takıldığında burnumdaki sarı polenleri farketmesem konu burada kalırdı muhtemelen…
Tüm çabası bu polenleri dağıtmak işte… Gidemiyor, seslenip çağıramıyor. Kalkıp gidebilse belki arıyla da muhatap olmayacak, ama o arıyı yumuşacık taç yapraklarında hem rahat ettiriyor, hem ona tam ortasında bir ziyafet sunuyor: Mis kokulu, tatlı mı tatlı nektarlar…
Üst düzey bir pazarlama stratejisi değil de ne? Hem çok faydalı hem çok zarif.
İhtiyacını giderecek olan canlının öyle lehine ki, o arı onun ayaklarına geliyor ve polenlerin paket servisini yapıyor.
Belki de yolda ölecek o arı. Yağmur yağacak yuvasına gidecek ya da başka bir şey olacak. ‘’Bu kadar yedin içtin, ne varsa hüplettin, bi götürme polenlerimi başka çiçeğe, senin bacaklarını kırarım.’’ demiyor. Ondan senet sepet de istemiyor. Derdi poleni taşıtmak, ama ‘’Nolur şu polenimi taşıyın, benim ihtiyacımı bi görün, benim kıymetimi anlayın, çoğalmam için bu şart!’’ da demiyor.
Polenini taşıyabilecek olan canlının neye dayanamayacağını biliyor. Onu çekecek olan besini üretiyor. Senin ihtiyacın bende diyor. Kendisine çekiyor ve ihtiyacını gideriyor. Arı da sonra farkında bile olmadan onun ihtiyacını gideriyor.
Demekki gerçekten İhtiyaç giderenin ihtiyacı görülüyor bu hayatta.
Kendi derdine düşmüyor, paniklemiyor, hakettiğim kıymeti bana verecek mi beklentisine girmiyor. Eninde sonunda polenlerini taşıtıyor. Enerjisini karşının lehinde olmaya harcamış. Albenileri kendinde toplamış. Artık arı düşünsün…
Demek ki ilişkilerde de böyle…
İhtiyacım olan ilgiyi bana göstermeyen insanlara kızıyordum ama ben onların çiçeği olabildim mi?
İlgi beklediğim insanların ihtiyaçları ne?
Annem çocuklara baksın bakmasına da annemin ihtiyacı ne? Bu yaştan sonra annem ne ister ki mesela? Onu ne mutlu eder? Kendi başına yapamadığı hangi ihtiyacı var ki ben onu kolaylıkla halledebileyim?
Eşim telefondan kafasını kaldırmıyor, hiç demiyor ki ‘’Hayatım, ne yaptın bugün?’’ Peki bu adamın ihtiyacı ne? İçimden bir ses diyor ki ‘’Dayak!’’ ‘’Dur o değil bak bir şey yakaladım hemen olayı cıvıtma…’’ Ya telefonuyla takılıyor ya da gece geç saatlere kadar dışarıda, ‘’Eve gel, çocuklar özledi seni!’’ diyorum, “Defalarca söyledim, sizin için çalışıyorum ne istiyorsun benden?’’ diyor. Kendi ihtiyaç duyduğum şeyleri sıralaması kolay, peki ya onun? Eve onu koşa koşa neler getirirdi?
Çok zor sorular bunlar… Hiç kafa yormadığım…
‘’Of anne yaa…’’ diye başlamadan bir iş yapmayan oğlumun yatakta uyuyuşuna bakıyorum.
‘’Ders çalışması lazım ama… Kendi ayakları üstünde durmalı… Ekmek öyle kolay kazanılmıyor…’’ Zihnim başlıyor hemen, haklı da… Ama bir dakika bak, başka bir şey konuşuyoruz. Bunlar evet ihtiyacı, ama onu cezbeden nektar ne? Neye doğru süzülüp uçmak ister?
Arıya hiç yük gelmiyor o polenleri taşımak. Çiçek öyle güzel ki… Koşa koşa, uça uça gidiyor… Çocukların da eşimin de öyle severek bir ihtiyacıma koştuklarını görmedim. Ve sadece benim ihtiyaçlarım değil ki bunlar… Kendileri için de bunlar faydalı. Ama demek ki fayda tek başına yetmiyor, bir de güzel olması lazım.
Suratı asık bir haklılık… Hiç çekici değil gerçekten.
Bak arıya, nektar faydalı diye gelmiyor ki sadece. Çiçek onu bir de güzel sunuyor.
Onlardan arı olmalarını beklerken, ben ne kadar çiçek olabiliyorum?
Çiçek yoksa arı da yok… Gerçekten öyle… Arılar çiçeklerin olduğu yerlerde dolanıyorlar.
Etrafımdakiler arı gibi olsunlar istiyorum. Kim istemez ki…
Öyleyse etrafına insanları toplayabilen albenileri oluşturmak gerek. Kimse senin hatırın için sana iyi olmak zorunda değil. Ya da bunu bir kere yapar, iki kere yapar. Bu da sana karşı olduklarından değil, herkes kendi lehine çünkü.
Öyleyse çiçek gibi olmak… Karşının ihtiyacını anlayan ve kendini fayda ve güzele bulayabilen…
Ama nasıl?..."
Nesrin kalemi kenara bıraktı ve "Evet Nesrin Hanım, nasıl?" diye söylendi kendi kendine. Sonra cevabı yine kendi verdi: "Ne yapıyorsan, yaptığını güzel yaparak tabii ki."
Yorumlar
Yorum Gönder